Bütün bunları yaparken hep kendimin ya da yakın çevremin görüş ve düşüncelerini, önerilerini, eleştirilerini dikkate aldım ve her zaman da Foça’nın lehine gündeme getirmeye çalıştım.
Ancak uzun zamandan beri kafamın bir kenarında duran ve fazlasıyla beni meşgul eden, diğer bir konuya el atmamın zamanının gelip geçtiğinin farkındaydım. Bir yabancı gözüyle Foça’yı ve Foça ile ilgili her şeyi görmek yazmak istiyordum.
Kolay olmayacaktı. Çünkü, bu proje önemli kriterler içeriyordu. Bir kere yabancı uyruklu ve Foça’ya uzun yıllar gelmiş gitmiş biri olmalıydı. Foça’yı iyi derecede bilmeli, en az kendi memleketi kadar sevmeliydi. İnsani ilişkileri kuvvetli, dışa dönük olmalıydı. Yemeyi, içmeyi, eğlenmeyi bilmeli, aynı zamanda akıllı, zeki ve sağlam bir yapıya sahip olmalıydı. Aşırı zengin olmasa da, ekonomik açıdan ve Foça’ya olan sevgisinden dolayı, her yıl gelip gidecek imkanı bulunmalıydı. Bu sebeplerden dolayı uzun yıllar beklemek zorunda kaldım. Ama şimdi bu düşüncemi gerçekleştirmek için önümde bir seçenek vardı. Uzun yıllardan beri iyi derecede tanıdığım, bildiğim, nazımın niyazımın geçtiği, otelde yıllardır konuğumuz olan, aynı zaman da yukarıda belirttiğim kriterlere de haiz Carl çifti bu röportaj için çok uygundu. Lakin kendileri şu an için Foça’da değil, Almanya’dalardı. Sağ olsun internet, Whats App, mail, telefon, kayıt, video tüm bunlar bir röportajı kolaylaştıran imkanlardı. Ben de tamamından faydalandım. Hem konuştuk, hem yazıştık. Bana Foça’yı anlatmalarını istedim. Kabul ettiklerinde gerçekten çok sevinmiştim.
Karacam hatırası
Böylece “İki Yabancının Gözüyle, Bir Solukta Foça” için ilk sorumu sordum.
Foça’ya İlk Olarak Ne Zaman Ve Hangi Sebeple Geldiniz?
Kocam Roland (74) ve ben Dorothea (67) 1991’den beri Batı Almanya’da yaşayan Doğu Almanlarız. Doğu – Batı Almanya birleşinceye kadar, Türkiye’ye gelmek bizim için aya gitmek kadar uzak bir ihtimaldi. İki Almanya barışçıl bir devrim ile birleşince, bizler özgürlüğün tadını çıkarmak için ilk yurtdışı gezimizi, Türkiye’ye yapmak istedik. 1996 yılında kendimizi Side’ye attık. Attık çünkü; kocam Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de (o zamanlar Sovyetler Birliği) aldığı üniversite eğitimi sayesinde (1964-1969 yılları arasında Makine Mühendisliği) bu Müslüman dünyanın kültürünü ilk kez görmüş ve beğenmiş; o açıdan kendini, ülkenize yakın hissetmişti. İşte bu sebepten dolayı Türkiye’ye seyahat etmeye kararlıydık.
İlk tatilimizi Side’de büyük bir otelde geçirdiğimiz sırada başta misafirperverlik olmak üzere, oradaki tarihi bölgeyi görmek, Türk yemeklerinin tadını çıkarmaktan ve daha pek çok şeyden memnun kaldık.
Daha sonraki yıllarda, bazı Avrupa ülkelerini ziyaret ettik. Ama gerçekten aklımız Türkiye’de kalmıştı. 2004 yılında, İstanbul, Pamukkale ve daha pek çok ören yerini kapsayan bir tur için rezervasyon yaptırdık, çok heyecanlıydık. Bu tur sonsuza dek çok güzel anılarla akıllarımızda kalacak. Bunun nedeni, elbette ki sadece bizi derinden etkileyen Efes, Bergama, Truva, İstanbul gibi ünlü antik yerlere yapılan ziyaretler değildi. Bu tatilin bu kadar güzel geçmesinin diğer bir sebebi ise, o zamanki tur rehberimiz Ali Erken’di. Kendisini sadece mükemmel organizasyonu ve tutkuyla aktardığı olağanüstü bilgisi ile değil, aynı zamanda dürüstlüğü ve şakalarıyla da bizi büyülemişti. Daha seyahat sırasında İzmir’de bizi eşi Nevin ve kızı Pınar ile tanıştıran Ali ile aramızda sıcacık bir dostluk gelişti. Bizi ailesi ile tanıştırmış olması bir onurdu.
Seyahatin sonunda bizi, Eski Foça’daki evinde misafir olarak ağırlamak için davet etti. Biz tereddüt ettikçe Ali vazgeçmedi. Sonraki yıllarda da bizi düzenli olarak aradı ve davetini tekrarladı. Yani teklifinde ısrarcıydı! Nihayet 2007’de bu bilinmeyen seyahate doğru yola çıkmaya karar verdik. Bizim için bilinmeyen sadece Foça değil, aynı zamanda bir Türk ailesinin evinde misafir olmaktı. Bizi ne bekliyordu? Bilmiyorduk ve meraklıydık. Kızımız Sabine de bu maceraya katılmak istiyordu. Sorun olmayacağını söyleyen Ali, bizi tam zamanında havaalanından aldı. Yeniden bir araya gelmenin büyük sevincini yaşadık. Foça Deniz Kent’e karanlıkta vardık. Aşırı sıcakkanlı olan eşi Nevin bizi kapıda karşıladı ve daha o andan itibaren bir aile gibiydik. Kendimizi onlarla birlikte evlerinde daha ilk andan çok rahat hissettik. Ertesi sabah gün aydınlandığında, ilk kez Foça’nın ve adaların eşsiz güzel manzarasını görebildik. Ve kendimizi, yine kısmen Ali’nin de şakaları sayesinde çok iyi hissediyorduk. Ali sabahları muhteşem kahvaltılar hazırlıyordu, aynı zamanda eşinin mükemmel yemek ve mutfak becerilerinin de keyfini sürüyorduk. Ali ise, akşam ızgara ustasına dönüşüyordu ve deniz börülcesi gibi harika, bilmediğimiz Türk garnitürlerinin lezzetine tanıklık ediyorduk. Her şey ne kadar da lezzetliydi. Sabine de Türk mutfağına hayran kalmıştı, birçok tarif istedi.
Ali, Roland, Dorothea
Dorothea (Mama Foça) ve Roland, Bana Foça’yı ve Foça’nın Sizin İçin Nasıl İkinci Memleket Olduğunu Anlatır mısınız?
2007 yılında dostluğumuzun ne kadar yakın ve vazgeçilmez olacağı hakkında henüz hiçbir fikrimiz yoktu. Tabii ki Foça’ya da sadece “yukarıdan” bakmayacaktık. Eski Foça, antik kent Phokaia’nın sonradan devam eden yerleşim yeridir.
İzmir’e yaklaşık 70 km uzaklıkta olan; üst ve orta sınıf için bir gezi yeri olarak hizmet veren; 3000 yıldan daha eski olan Eski Foça, bugün yaklaşık 30.000 nüfusa sahiptir. Hala pastoral bir balıkçı köyü gibi değerlerini koruyabilmiş olan Foça, aynı zamanda sahip olduğu birbirinden güzel iki limanın ve koyların kenarında konuşlanması nedeniyle kitle turizminden uzak sakin bir turizm kentidir.
Biz de burada genellikle halk ile iletişim kurma niyetinde olmayan, her şey dahil turistleriyle dolu herhangi bir büyük otel görmediğimiz için çok mutluyduk. Tabii ki Ali ve Nevin ilk günden bize eski şehrin tarihi kalıntılarını, küçük anfitiyatroyu, kale duvarını, kale içini, yerde yatan tarihi eserleri, beş kapıları, yel değirmenlerini ve oradan seyrettiğimiz muhteşem Foça manzarasını, mozaikleri, Osmanlı mezarlığını, eski kabristanı, çeşitli küçük dükkanları ve harika balık lokantalarıyla birbirinden güzel taş evleri, tarih kokan pastoral sokakları gösterdi. Çarşıyı gezerken gördüğümüz Orient ürünleri, çeşitli baharat ve yiyecekler, mis kokulu meyveler, samimi karşılaşmalar, küçük küçük atıştırmalardan büyük ziyafetlere kadar her türlü imkânın var olması, damaklarda kalan tatların çeşitliliği, yakalanan taze balık ile küçük balıkçı tekneleri gözlerimiz için tam bir ziyafetti. Özellikle yeni gelen bizler için, Foça’ya ilk görüşte âşık olmak, böyle bir şey olsa gerek.
Çünkü burada Almanya’da çoktan unuttuğumuz, stresten uzak normal bir yaşam sürülüyordu ve biz de kendimizi aniden bu güzel ve rahat hayatın içinde bulduk.
Baktığımız her yerde gördüğümüz kültür zenginliklerinin bolluğu ile dikkat çeken Foça sokaklarında ve bu harika şehirde çöplerin her yere atılmış olduğunu; çok sayıda terk edilmiş köpeklerin masum bakışları gibi pek hoş olmayan şeyleri görmek ise üzücü olmuştu. Yazık! Tabii ki, şimdi daha az olsa bile, doğaya atılan çöpler bizi hala rahatsız ediyor. Şükür Instagram’da Foça’nın 220 yeni çöp konteyneri satın aldığını okudum. Bu güzel bir gelişme. Her yönüyle harika olan Foça’yı sevmek ve korumak herkesin görevi olmalı. En azından çöpler konteynerlere atılmalı. Çöplerle dolu alanlar burada ve Almanya’da, bizi de rahatsız ediyor. Maalesef her yerde çok fazla duyarsız insan var. Neyse ki, son yıllarda bu konuda olumlu şeyler oldu.
Pansiyonlar ve otellerden kolayca ulaşılabilen Foça’nın küçük plajları beklediğimiz gibi değildi. Ali bizi daha sonra Hanedan plajına ve ardından da Sazlıca plajlarına götürdü. Üç güzel koyun kenarında kurulmuş Sazlıca’da, temiz denizi, bakımlı ve doğaya saygılı işletmesi ile nasıl mutlu olduğumuzu anlatamam. Denize girmek için aradığımız her şey tam da buradaydı. Sazlıca’nın kurucusu ve işletmecisi Sebahattin ve onun sevimli eşi Nalan’la tanıştık. Yetmişli yılların başında Almanya’da eğitim görmüş, çalışmış, yaşamış ve orada yaşamış oldukları için her ikisinin de çok iyi Almanca konuşuyor olması bizim için büyük bir şanstı. İkisi de çok misafirperverdi. Tabii ki, o zamanlar bu karşılaşmanın uzun zaman devam edecek olan samimi bir dostluğun temelini oluşturacağına dair hiçbir fikrimiz yoktu. Kendimizi iyi hissetmek için buradaydık; bu yüzden bu plaj, bu koy, bu harika deniz ve her şeyden önce hayatımızdaki bu güzel yeni insanlar sayesinde burası denize girmek için seçtiğimiz yer olmuştu.
Bir gün de tekne turu yapmak istedik. Siren Kayalıkları’nı Yunan mitolojisinden tanıyorduk. Bu yüzden günübirlik tur için bir tekne aramıştık. Fidan’la tanıştık. Dolphin teknesini seçtik. Fidan’ın Almanca bilmesi bizim için bir şanstı. Kendisi kızımız yaşındaydı ve o da bizi sıcakkanlılıkla karşılamıştı. Ah bu tekne gezisinin ne kadar mükemmel olduğunu anlatamam! Bu parlak çatlaklı kumtaşı kayaları fantezilerimize ilham veriyordu. Özellikle de Atatürk’ün profilini andıran Atatürk Adası’ndan çok etkilendik.
Tekneden denize atlamak, diğer konuklarla birlikte yemek yemek ve yeni insanlar tanımak tam da umduğumuz şeylerdi. Ancak, Foça’nın simgesi olan fok balıklarını görememiştik. Ama bu sorun değildi. Bu turun diğer tüm izlenimleri, özellikle de doğanın yavaş yavaş geri kazandığı, terk edilmiş Tatil Köyü hakkındaki hikaye de düşündürücüydü. Tekneden görülen kıyı manzarası buranın güzelliği hakkında olumlu izlenim vermişti. Ama bizim Ali’nin arabasıyla Sazlıca’ya sık sık gitmelerimiz, gözlerimiz ve bedenimiz için tam bir ziyafetti. Kimin ihtiyacı vardı, Fransa’nın Cote d àzur’una? Şahsen bizim yoktu ve biz bunu Foça’ ya yaptığımız ilk seyahatimizde zaten öğrenmiştik.
Ali ve Emine Bacı ile
Daha sonraki Foça seyahatlerimizde Ali ve Nevin ile Kozbeyli’yi gezdik. Yol üzerinde bulunan doğanın ortasında lezzetli gözlemeler yapan Emine Bacı’nın marifetli ellerinden çıkan lezzetleri tattık. Her birisi bizim için unutulmazdı. Kozbeyli’ye varıp gezdiğimizde çok ilginç bir köy olduğuna tanıklık ettik. Konumuna, yaşattığı kültürüne, korumaya muhtaç taştan yapılmış Rum evlerine, dik sokaklarına, Tepedeki camisine, dibek kahvesine bayıldık. Yenifoça, Aliağa ve tabii ki mega şehir İzmir’i de ardından gelen son iki günde gördük. İzmir’e hayran kaldık. Hep bir aile gibiydik. Özellikle küçük, güzel şeyleri seviyorduk.
Eve döndükten hemen sonra tatillerimizi düzenli olarak Foça’da geçirmek istediğimizi fark ettik. Hep Ali ve Nevin’e yük olamazdık. Böylece 2009 yılında Hanedan’da bir tatil evi kiraladık ve çok da hoşumuza gitti. İzmir’deki havaalanında bir araç kiraladık, Roland cesurca İzmir sokaklarından Foça’ya doğru dikkatli bir şekilde aracı kullandı. Şehre indiğimizde o zaman Celep Restoran’da çalışan İnan’la ve daha pek çok Türk arkadaşlarla tanıştık. Sonraki yıllarda İnan, Sahil Restoranı kiralayınca kocamın doğum günlerini, burada edindiğimiz Türk dostlarımızla birlikte hep burada kutladık. İlerleyen yıllar içinde İnan, Yıldız ile evlenirken düğünlerine davetleri bizi çok mutlu etti. Gülşen ve Bekir çiftini de tanıma fırsatımız oldu. Daha o akşam bizi evlerine götürmüşlerdi. Onlar da çok güzel insanlar ve biz onları 2020 yılında tekrar görmek için sabırsızlanıyoruz.
2012 yılında Hanedan‘da kaldık. 60. yaş günümü kızım, damadım ve Türk dostlarımızla birlikte Foça’da kutladık. O yılda, sayısız insan tanıdık, onlarla arkadaşlıklar kurduk.
2013 yılında Roland ve ben, Peribacaları ve farklı inançlara sahip insanlar için sığınak görevi gören mağara konutları ile meşhur Kapadokya’ya gittik. Dans eden dervişlerden çok etkilendik. Ne yazık ki Ali, bu kez tur rehberimiz değildi. Tur rehberimiz onun tam karşıtı biriydi. Çok kırıcıydı. İnsanlar dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da çok farklı karakterlere sahipler.
Sazlıca’dan tanıdığımız, Foça’daki dostumuz Sebahattin’i, Kapadokya’da geçen bu gezimiz hakkında bilgilendirdim. O bize, eskiden beri var olan otelini, yeniden restore ettiğinin bilgisini verdi. Ardından “Karacam” Oteli’nin fotoğraflarını gönderdi. 2014 yılında Karacam’da kalmaya başladık. 1881 yılında inşa edilen bu tarihi binada bir aile işletmesi olan Karacam Hotel, cazibesi ile beklentilerimizi aşmıştı. Odalar çok bakımlıydı, personel çok dürüst, sıcakkanlı ve yardımseverdi. Açık büfe zengin kahvaltı çeşidiyle gerçek bir lezzet kaynağıydı. Deniz Kent’e göre, otelin konumunun büyük bir avantajı da, Foça’daki hayata çok daha yoğun bir şekilde katılabilmemizdi.
Helga ve Güven
Kendimizi hayatın akışına bıraktığımız rahatlık ile (Almanya’da genellikle farklıyız), yıllar boyunca şansımızın da katkısıyla, unutulmaz karşılaşmalara ve olaylara şahit olduk. Foça’da da yıllar boyunca birçok olumlu değişiklik yaşadık. Örneğin her yıl eski kale duvarının restorasyonunda ilerlemeler olduğunu gördük; üç değirmen parça parça yeniden inşa edildi. Birisi tamamen bitti. Ardından harika bir şekilde aydınlatıldı. Oraya yaptığımız gezilerde, sevgili Foça’nın güzel manzarası, ritüellerimizin bir parçası oldu. Ancak bu arada sevdiğimiz insanların ölmesi gibi üzücü haberler de aldık. Derin bir üzüntü ile 2015 yılından beri Sazlıca’yı Sebahattin’den devir alarak işleten Güven ve Helga çiftinden kötü bir haber aldık. Çok sevdiğimiz Helga’nın artık hayatta olmadığını öğrendik. O yıldan itibaren ağlamadan sevgili kumsalımıza gidemiyorduk. Ayrıca Helga, asla unutamayacağımız son derece sevimli, çalışkan bir kadındı. Üzüntümüz her zaman galip geldi. Denize girmek ve etrafta tembellik etmek için bir alternatif bulmalıydık. Sonra şans eseri Nargül ve Ethem’in “Şamata” plajını bulduk. İkisi ile de yine inanılmaz, kalbimizin derinlerinden gelen güzel bir dostluk başladı. Bizim için kız ve erkek kardeş gibiler ve ikisi de çok iyi Almanca konuşuyor. Biz onları çok seviyoruz. Nargül bizim için muhteşem Türk yemekleri yapıyor. Birlikte oturuyor ve sebzeleri temizliyoruz; çay içiyoruz, çok konuşuyoruz, oyun oynuyoruz ve elbette bu büyük koyda her gün yüzmeye gidiyoruz. Sahilde harika gölgeleri ile muhteşem, büyük okaliptüs ağaçları vardı. Mayıs ayında binlerce arı çiçek açan ağaçlara uğrar. Bunu görmek çok güzel, özellikle Almanya’da birçok arı farklı nedenlerden dolayı öldü. 2015’te eski patronum Josef ve eşi Susanne’ye Foça ile ilgili çok güzel şeylerden bahsetmiştik ve bizimle birlikte Foça’ya gelmeye ikna etmiştik.
Nargül ve Ethem’le
Bir defasında bizimle birlikte geldiler. Josef kısa süre önce zor bir ameliyat geçirmişti. Foça ona ilaç gibi geldi. Dolayısıyla Susanne için de en iyi terapiydi! Her ikisi ile ilk kez Şemsiyeli Sokak’ta (Schirmchengasse) canlı müzik dinlemiş ve lezzetli balıklar yemiştik. Sonrasında ‘Letafet’e gittik. Okan’ın sesi, Yavuz’un kemanı ile mest olmuştuk. Foça’da böyle sanatçıların olması, gerçekten tebrik edilecek bir durum! Foça’daki, bu yaşam biçimine olan tutkumuz Susanne ve Josef’e de geçmişti.
Onlar da burada her şeyin çok uyumlu olduğunu düşünüyorlardı. İnsanların sıcaklığı ve mizahı, harika yemekler, Türk müziği, balıkçı tekneleri ile deniz, çarşı, tarihi yerler onların da hoşuna gitmişti. Josef bir zamanlar tıp tarihi öğrettiğinden, Ali’nin bizimle tekrar Pergamon’a ve özellikle Asklepion’a gitmesi onun için özel bir deneyim olmuştu. Josef’in duygularını derinden etkilenmişti. Gezimizden sonra bize, Foça’yı bizimle birlikte deneyimlemeleri konusunda onları ikna ettiğimizden dolayı teşekkür mektubu yazmıştı.
Foça’da Dostluk Çok Önemlidir ve Nasıl Kurulur?
2015 yılında özel ve bizi derinden etkileyen bir olay daha yaşadık. Biz Susanne ve Josef ile birlikte ilk akşam için “Fokai Balık” restoranındaydık. Komşu masada yaşlı bir bayan olan Margot’un yanında Almanca konuştuğumuzu duyduğunda benimle konuşmaya başlayan çok yaşlı başka bir bayan daha vardı. Bu bayan Viyana Almancası ile kendisinin adının Nermin Başağa olduğunu ve kendisinin vefat eden Ressam Ferruh Başağa’nın eşi olduğunu anlattı. Biz elbette ki vefat eden eşinin ünlü bir Türk sanatçısı olduğunu bilmiyorduk. Eşinin atölyesinin de bulunduğu yazlık evine bizi çaya davet etmiş olması bizim için bir onurdu. Caddeye de eşinin adı verilmişti. Yaptığı resimlerle dolu olan atölyesi çok çok etkileyiciydi; özellikle de yaptığı yarım kalan resmi görmek çok heyecan vericiydi. Ancak Nermin’in 13 yaşında küçük bir kız iken Atatürk’le karşılaşmasından ve onun kendisini yemeğe davet etmiş olmasından gururla bahsetmesi, çok daha heyecanlı ve etkileyiciydi. Atatürk bu olaydan kısa bir süre sonra vefat etmiş. Nermin dansçıydı ve Alman dilinde çıkan gazetelere dans hakkında birbirinden güzel 11 makale yazmıştı. Böyle tatlı bir kadınla tanışmak bizim için büyük bir zevkti. Kendisi ne yazık ki vefat etti. Neyse ki, bu güzel karşılaşma ile ilgili tesellimiz, elimizde kalan fotoğraf ve video kayıtları.
Foça’da daha sonraki bir tatilde Ferruh Başağa’nın “fok balığı heykeli” yakınındaki yeni anıtını gördüğümüzde ise özellikle çok mutlu olduk. Düşünenlere ve emeği geçenlere teşekkürler!
2016’da Roland’ın kardeşi Rainer ve eşi Maria da bizimle birlikte Foça’ya geldi. Foça’yı onlar da çok sevdi. Ancak Foça’yı sevmek ve yeni arkadaşlıklar edinmek ve deneyim kazanmak amacıyla, insan kendine şans vermelidir. Foça’da tatilin tadını çıkarmak için kendisini hayatın akışına bırakmalıdır. Biz Foça’da yaşadıklarımızdan ve kazandığımız tecrübelerden dolayı içimizde, Türk zihniyeti ve Türk kafa yapısının var olduğunu fark ettik.
Bu bizim için 2018 yılında da böyle oldu. Karacam otelinde kendimizi çoktan evimizde gibi hissediyorduk, Foça’yı artık iyi biliyorduk ve her kalışımızda yeni Türkçe kelimeler öğreniyorduk. Otelde bir keresinde iki güzel genç Türk kızı olan Nevin ve Ayşegül ile kahvaltıda Almanca konuştuk. Daha ilk konuşmamızda aramızdaki kimyanın uyduğunu fark ettik. Foça’yı henüz çok iyi tanımıyorlardı. İyi bir yemek için nereye gidebileceklerini ve akşamları nerede müzik dinleyebileceklerini sorduklarında, biz de doğal olarak Okan ve Yavuz’un olduğu Ufuk’un “Letafet”ini düşündük. Tabii ki dansla birlikte, ortak zevkimize göre tekrar çok duygusal bir akşam yaşadık.
Okan ve Yavuz da, Nevin ve Ayşegül’ü de etkilemişti. Onlar da oteli çok sevmişti. Foça ateşi bizi birlikte yakalamıştı. Bu ikili otelden ayrılırken doğum günümü Ekim ayında birlikte Foça’da kutlamaya karar verdik. Bu arada, burada kızlardan birinin Bursa’dan, diğerinin Çanakkale’den geldiğini söylemeliyim. Yani Foça’ya yakın bir yerde oturmuyorlardı. Roland ve ben sözlerini tutup tutmayacaklarını çok merak ettik ve 2018’de ikinci kere Foça’ya gitmeye karar verdik. Gerçekten biz de, onlar da sözlerimizi tuttuk! Foça’da doğum günüm için buluştuk. Önceden planladığımız gibi sevdiğimiz arkadaşlarımızdan (Ali, Sebahattin, Nargül, Ethem, Nevin ve Aysegül) ile Sahil Restoran’da yemek yedik, ardından Okan’ın sahneye çıktığı Locca Bar’a geçtik. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz mükemmel bir doğum günü olmuştu. Daha sonraki bir zaman diliminde Gramofon barda solist Günce’yi dinledik. Onun sesine ve ritmine de bir anda tutulmuştuk. Bunu ona yarım yamalak İngilizcemle de anlatmaya çalıştım. O da bize Selami Şahin’den “Ben Sevdalı, Sen Belalı” şarkısını söyledi. Bu şarkı o zamandan beri en sevdiğimiz şarkı oldu. Ben bu şarkıyı Günce’nin sesinden telefonumun zil sesi olarak kullanıyorum.
Günce ile
Foça’da kendimizi evimizde gibi hissediyoruz. 2019 yılının Ekim ayında Susanne ve Josef, Ayşegül ve Nevin ile tekrar geldik. Hepimiz, Karacam Oteli’nin personeli de dahil, büyük bir aile gibi olduk. Foça hakkında gururla söyleyeceğimiz şey, buradaki kuvvetli ve güzel dostluk duygusu, ritüeller ve barları ziyaret etmek ve her zaman yeni deneyimlere sahip olma şansımızın var olduğunu bilmektir. Bu arada ben de Almanya’da kendi evimde çok Türk yemekleri pişiriyorum. Türk tarzı baharatlar kullanıyorum. Özellikle de çok çeşitli ama her zaman çok duygulu olan Türk müziğinizi dinliyoruz. Evet, asıl olan duygularımız. Bu arada Günce sayesinde geçen Ekim ayında Gramofon barda Elif ve Aycan isminde yine yeni arkadaşlar edindik. Bir keresinde Elif, Aycan, Susanne ve Josef ile birlikte Günce’yi dinlemek ve eğlenmek için Kozbeyli’deki Helenica’ya gittik. Bu yüzden eve döndüğümüzde Foçalı arkadaşlarımızın yanında yapacağımız bir sonraki tatili dört gözle bekliyoruz.
Bir gün Josef kulağıma şunları söyledi. “Burada kendin olmalısın, insanları tanımalı ve zamanın tadını çıkarmalısın”. Biz de bu fikre sonuna kadar katılıyoruz.
Tüm Türk dostlarımıza, özellikle Ali Erken’e 13 yıl önce bizi Foça’ya “çektiği” için teşekkür ederiz.
Ben de, yarım asırdır güzel Foça’da turizm sektöründe faaliyet gösteren birisi olarak Dorothea’ya (Mamafoça19) ve Roland’a bu güzel söyleşi ve anlatım çok teşekkür ederim.
Foça Dostluğunun, Tadına Doyum Olmaz.!
Doğum günü kutlaması
Dostlar sofrası
Dostlarla Karacam’da
Karacam önünde
Karacam’da Carl & N.S. Karaca
Kozbeylide yemek
Emine Bacı bahçe
Kozbeyli Camisi
Kozbeyli Şakirin Yeri